TÜRKİYE’de KADININ VATANDAŞLIĞI
ve
Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları
Türk Hukukçu Kadınlar Derneği
Raporu
12 Kasım 2014
Türkiye’de vatandaşlık konusunda Kadın Bağımsızdır.
Vatandaşlık ve kadın konusu çok farklı boyutu olan geniş bir konudur. Bu sunumda biz vatandaşlık ve kadın başlığı altında yer alan konular arasında kadının Türk vatandaşlığını kazanması veya kaybı ile .“Vatandaşlık konusunda kadının bağımsızlığı” ve kadının Türkiye’deki seçme ve seçilme hakkı konusundan bahsedecegiz
- Türk Vatandaşlığının Kazanılması ve Kaybı
Öncelikle Türk vatandaşlığının kazanılması veya kaybında Türk hukukunda yürürlükte olan mevzuata göre cinsiyete dayalı ayrım yapan bir düzenleme bulunmadığını belirtmek gerekmektedir. Kadın ya da erkek ayırımı yapılmadan herkes için aynı şartlar aranmaktadır. Vatandaşlık ile ilgili hüküm 1982 Anayasası’nın 66. maddesinde yer almaktadır. Buna göre;
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.
Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türktür.
Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir.
Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.
Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz.
Anayasamızın 66. maddesinde yer alan, vatandaşlığın kazanılması ve kaybına ilişkin konuların kanunla düzenleneceği hükmüne dayanılarak Türk Vatandaşlığı Kanunu’nu kabul edilmiştir. Şu anda 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu yürürlüktedir. Bu Kanun’un uygulanmasına yönelik olarak ayrıca kabul edilmiş bir yönetmelik bulunmaktadır. 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu 2009 yılında kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
Bu kanundan önce yürürlükte bulunan 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununda, evlenme ile Türk vatandaşlığının kazanılması kısmının ilk halinde, yabancı kadın lehine tanınmış olan ve pozitif ayrımcılık içeren bir hüküm bulunmaktaydı. Buna göre, bir Türk ile evlenen yabancı kadın, Türk vatandaşlığına geçmek istediğini bildirdiği veya vatansız olduğu ya da evlenmeyle eski vatandaşlığını kaybettiği takdirde Türk vatandaşlığını kazanıyordu.
Ancak bu hüküm eşitlik ilkesine aykırı bulunmuş ve 4866 Sayılı Kanunla, bu maddede değişiklik yapılmıştı. Buna göre kadın ya da erkek ayırımı yapılmaksızın bu hak Türk vatandaşı ile evlenen herkese tanınmış, “kadın” ifadesi kaldırılarak maddede sadece “evlenen yabancı” ifadesi kullanılmıştı.
Evlenme yolu ile bildirimde bulunmak suretiyle Türk vatandaşlığının kazanılmasının uygulamada kötüye kullanılması, bir çok muvazaalı evliliğin ortaya çıkması nedeniyle, 2009 yılında kabul edilen yeni Türk Vatandaşlığı Kanununda, bu konuda köklü değişiklikler yapılmıştır.
Yeni düzenlemeye göre şu anda, bir Türk vatandaşı ile evlenmek doğrudan Türk vatandaşlığını kazandırmamaktadır.
Bir Türk vatandaşı ile en az üç yıldan beri evli olmak, evliliğin fiilen devam ediyor olması, aile birliği içinde yaşama, evlilik birliği ile bağdaşmayacak bir faaliyette bulunmama ve millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir halin bulunmaması gerekmektedir.
Bunun dışında Türk vatandaşlığının doğumla ya da sonradan kazanılması şartları yabancı kadın ya da erkek ayırımı yapılmadan herkes için aynı şekilde aranmaktadır.
Kanuna göre doğumla kazanılan vatandaşlık soy bağı esasına göre olabileceği gibi, istisnai olarak doğum yeri esasına göre de olabilmektedir. Asıl olan soybağı esasıdır. Doğum yeri esası ise sadece Türkiye'de doğan ve yabancı ana ve babasından dolayı doğumla herhangi bir ülkenin vatandaşlığını kazanamayan çocuklar için geçerlidir.
Türkiye’de bulunmuş çocuklar aksi sabit olmadıkça Türkiye’de doğmuş sayılırlar. Burada vatansızlığın önlenmesi amacıyla çocuklara tanınmış bir vatandaşlık durumu söz konusudur. Örneğin Türkiye’de bulunan Suriyelilerin Türkiye’de doğan çocukları otomatik olarak Türk vatandaşlığını kazanamayacaklar, ana veya babalarından dolayı vatandaşlık alamamaları, vatansız olmaları durumunda ancak doğum yeri esasına göre Türk vatandaşlığını kazanabileceklerdir.
Türk vatandaşlığının sonradan kazanılması durumunda ise yine yabancı kadın veya erkek şeklinde bir ayırım yapılmamıştır. Türk vatandaşlığının sonradan kazanılması yetkili makam kararı ile veya evlat edinilme ya da seçme hakkının kullanılması ile söz konusu olabilir.
Yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığının kazanılması; genel olarak vatandaşlığa alınma, istisnai olarak vatandaşlığa alınma, ikamet şartı aranarak ya da ikamet şartı aranmadan vatandaşlığa alınma ve evlenme yoluyla vatandaşlığa alınma şeklinde gerçekleşebilir. Aranan bütün şartlar tüm yabancılar için eşit olarak uygulanacaktır.
Türk vatandaşlığının kazanılmasında, devletin siyasi, sosyal sebepler gibi çeşitli sebeplerden dolayı bazı devlet vatandaşlarına daha kolay hükümler kapsamında Türk vatandaşlığını tanıması mümkündür. Bu bazen bir kanun maddesinde ayrıca düzenlenebilir, bazen de uluslararası bir sözleşme ile yapılabilir.
Burada diğer devlet vatandaşlarından farklı olarak daha kolay bir şekilde vatandaşlığın kazanılması mümkündür. Yine sözleşmeye örnek olarak ise, Ahıska Türklerinin Türkiye’ye Kabulü ve İskanına Dair Kanun verilebilir.
Türk vatandaşlığının kaybı konusuna bakıldığında ise burada da benzer şekilde kadın erkek ayrımı yapılmamıştır. Vatandaşlığın kaybı halleri kişinin iradesi ile ya da iradesi dışında bir yaptırım olarak uygulanabilir. Vatandaşlığın kaybı konusunda da genel olarak; yetkili makam kararı veya seçme hakkının kullanılması ile vatandaşlığın kaybedilmesi şeklinde bir ayırım yapılmıştır. Yetkili makam kararıyla vatandaşlığın kaybedilmesi; vatandaşlıktan çıkma, vatandaşlığın kaybettirilmesi ya da vatandaşlığa alınmanın iptali şeklinde gerçekleşebilir.
Türk vatandaşlığından çıkmada kişinin iradesi söz konusu iken, kaybettirme halinde ise Devletin bir yaptırım uygulaması söz konusudur.
- Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları
Türk vatandaşlığına sahip olmanın tanıdığı haklarda birisi seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. Anayasamızın 67. maddesine göre, Türk vatandaşları, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halk oylamasına katılma hakkına sahiptir.
On sekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşı seçme ve halkoylamasına katılma haklarına sahiptir. Bu hakların kullanılması kanunla düzenlenir. Yine vatandaşlar, siyasi parti kurma ve usulüne göre partilere girme ve partilerden ayrılma hakkına sahiptir. Parti üyesi olabilmek için on sekiz yaşını doldurmuş olmak gerekir (Anayasa m. 68).
Burada kadın ya da erkek şeklinde bir ayırım yapılmamıştır.
Yine Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, Milletvekili Seçimi Kanunu, Siyasi Partiler Kanunun gibi ilgili çeşitli kanunlarda da kadın ya da erkek şeklinde bir ayırım yapılmamıştır.
Uygulamada kadınların katılımının az olduğu görülmektedir. Örneğin şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde 550 milletvekilinin 79’u kadındır.
Kadının siyasi yaşama katılımını arttırmak için bazı siyasi partilerin, Parti Tüzüklerinde kadınları teşvik edici, sayıyı artırmayı hedefleyen, pozitif ayırımcılık öngören düzenlemeler yaptıkları görülmektedir.
Her iki cinsiyetten en az belli bir oranda üye bulunması şeklindeki cinsiyet kotası uygulaması gibi. Ancak buna rağmen uygulamada kadınların siyasi yaşama katılmaları çok kolay olmamakta, katılım oranı Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında sınırlı sayıda kalmaktadır.
Türkiye’de bazı partiler yasadan ayrı olarak tüzüklerine (Belediye Meclis Üyeliği ve Milletvekili seçilme konusunda) %33 oranında cins kotası koyarak kadınlara pozitif ayrımcılık tanımışlardır.
Ayrıca, Uluslararası hukukta ve ülkelerin iç hukuklarında yapılan düzenlemelere rağmen, “kadına yönelik şiddet, kadının güçlenmesinin önünde engel” oluşturduğundan bu açıdan Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan ve 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzaya açılan “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme” Türkiye’de Kadın olgusundan bahsederken ve bizler için, çok önem ifade etmektedir.
Uluslararası hukukta kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konusunda yaptırım gücü olan ilk sözleşme niteliğini taşıyan “İstanbul Sözleşmesi”nin İstanbul da imzaya açılma töreninde 13 ülkenin imzaladığı Sözleşmeye Türkiye imza koyan ilk ülke olmuştur.
Sözleşmede kadına karşı şiddetle mücadelede kapsamlı bir hukuki çerçeve oluşturmak üzere önleme (prevention), koruma (protection), kovuşturma (prosecution) ve mağdur destek mekanizmaları oluşturma politikaları (policy) konularına yer verilmiştir.
Bu konuda uluslararası bağlayıcılığa sahip ilk hukuki belge olan Sözleşme, Avrupa Konseyi üyeleri dışındaki ülkelerin de imzasına ve onayına açılmıştır.
Sözleşmede “toplumsal cinsiyet” toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan roller, davranışlar ve eylemler anlamına geldiği ve “kadına yönelik cinsiyete dayalı şiddetin” doğrudan kadınlara yalnızca kadın oldukları için uygulandığı veya orantısız bir şekilde kadınları etkilediği şiddet olduğu belirtilmiştir.
Tanımlar yapılırken “kadın” ibaresinin 18 yaş altı kız çocuklarını da kapsadığı açıklanmış, böylece “kadın” “kız” ayrımı yapılmaması gerektiği benimsenmiştir.
Sonuç :
Türkiye’de kadının vatandaşlığı ve hakları konusunda; Türk hukukunda yürürlükte olan mevzuata göre cinsiyete dayalı ayrım yapan bir düzenleme bulunmadığını tekrar belirtiriz.
Kaldı ki, Eğitimsizlik nedeni ile bilgi eksikliği olanlara hertürlü iletişim kanalı ile ulaşılmaya çalışılmakta aktif çalışan STK’ca bilgi desteği verilmektedir.
“Türk Hukukçu Kadınlar Derneği” olarak mümkün olduğunca, Belediyelerle ve Üniversite ile işbirliği yapılarak, hukukçularımız, psikolog ve sosyolog öğretim üyeleri ile yaşanılan yerlere gidilerek, bilgilendirme sağlanmaktadır.
İletişimle, bilinmeyenler için, çatışma olmadan uzlaşma için, çözüm yolları geliştirilmektedir.
Ayrıca, Federasyonumuzun (FIFCJ) iletişim ağı içindeki, aynı amaç birliği içindeki, ülke hukukçularının Değerli Beyanlarını ve Ülke Uygulamalarını öğrenmek mesleki katkı sağladığı gerçeğini vurgulamak isteriz.
Bu toplantının, kuruluşun 85. Yılı olması dolayısıyla ve Federasyonun 25. Genişletilmiş Konsey Toplantısı nedeni ile, yasal haklar için, çalışıp aramızda bulunmayan vefat edenleri saygı ile anıyor, aynı amaç için dünyanın bir
ucundan diğer ucuna geniş bir yelpazede yer alan FIFCJ üyelerine, 1956 yılından itibaren “ferdi konsey üyeliği ve 1968 yılından beri de Türk Hukukçu Kadınlar Derneği olarak ilişkilerimizi devam ettiren bizler, sizlere sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.