23 Ekim 2018 tarihinde güzel bir salı günü emekli hakim Zuhal Çokar ile “Nehir Söyleşisi” yapmak üzere evinde buluştuk. Zuhal hanım her zamanki zerafetiyle bizi karşılarken, eşi; emekli müsteşar olan İlhami bey de kendisine eşlik etti. Çok güzel bir çay ziyafeti eşliğinde söyleşimizi yaptık. Zuhal hanıma sorduğumuz sorulara verdiği cevapları kendi sözleriyle aşağıda sizlere aktarmaya çalıştık.
- Zuhal hanım bize çocukluğunuzdan, ailenizden biraz bahsedebilir misiniz? Nasıl bir ortamda büyüdünüz? Üniversiteye kadar eğitim hayatınız nerede ve nasıl geçti?
1937 yılında Niğde ilinde doğdum. Babamın büyük babası, dedeleri, bir kaç nesil öncesinden itibaren Niğde’nin Çamardı ilçesinde yerleşmiş bir aileymiş. Çamardı ilçesi; Ecemiş Çayı, Ecemiş fay hattı, dağcıların favorisi Demirkazık dağı ve alabalığı ile ünlüdür. Babaannem Niğde’li olduğu için onun ısrarı üzerine Niğde’ye dönmüşler ve duvarları yüksek olan bir avlu içinde; geniş bir ailenin oturacağı (haremlik) ve gerektiğinde erkek konukların ikamet edeceği (selamlık) olmak üzere iki taş evden oluşan bahçeli yuvalarına yerleşmişler.
1908 yılında dünyaya gelen babam Besim Ecemiş, Konya Öğretmen okulunu bitirdikten sonra Adana’nın Kadirli ilçesine atanmış ve orada annemle evlenmiş. Daha sonra uzun yıllar Niğde’de ilkokul öğretmenliği, Dumlupınar okulu başöğretmenliği görevlerinde bulunmuş ve emekli olmuştur. Annem ise; ev hanımıdır. Annemin soyu, tarihsel süreçte; derebeyliklerin yaşandığı dönemlerde mevcut olan Kozanoğlu ailesinden gelmekte olup, Kozanoğlu’nun torunu olan (o devirde dava vekili olarak adlandırılan) Av. Fethi Kozanoğlu’nun kızıdır. Değerli yazar Yaşar Kemal, dedemin bürosunda çalışmış ve “İNCE MEMED” romanında dedemden söz etmiştir. Nitekim ben Danıştay’da “kanun sözcüsüyken” kendisiyle tanıştım. Dedemin; edebiyat, tarih, genel hukuk bilgisinin çok iyi olduğunu ve ayrıca çok da kibar bir insan olduğunu anlatmıştı.
Ablamla birlikte güzel bir ortamda büyüdük. Babamın büyük bir etkisi olmuştur. Ablamla bana kitaplar alır, yaz tatilinde okutur sonra anlattırırdı; kitabın ana fikri nedir, kişileri tanımla, sonunun nasıl olmasını isterdin, sen yazmış olsaydın sonunu nasıl yazardın şeklinde sorular sorardı. Böylece okuduğumuz kitapları tartışmayı, yorum yapmamızı ve fikirlerimizi serbestçe savunmayı öğretirdi. Küçük yaştan itibaren bize sorumluluk duygusu vermeye çalışmıştı. Örneğin seyahate çıkacağımız zaman; kimliğimizi, para cüzdanımızı, ev anahtarımızı alıp almadığımızı sorar, kaç parça esyamız olduğunu saymamızı ister ve gittiğimiz yerde yine kontrol ederdi. Hatta mektuplarımızın dilbilgisi kurallarına aykırı kısımlarını; (tarih yazmamışsam, dahi manasına gelen –de –da’yı ayrı yazmamışsam, virgül yerine noktalı virgül koymamışsam gibi) kırmızı kalemle düzeltip, mektubu yeni bir zarfa koyup pullayarak Niğde’den Ankara’ya geri gönderirirdi. Üniversiteye kadar eğitim hayatım Niğde’de geçti.
1952 yılında açılan Niğde Lisesinin 3 üncü dönem mezunlarındanım. 1955 yılında mezun oldum. 1954-1955 yıllarında Niğde'de üniversite yoktu. Türkiye genelinde ise, İstanbul'da; İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Ankara'da ise sadece Ankara Üniversitesi vardı. Bu nedenle Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenim hayatıma devam ederek 1960 yılında Fakülteden mezun oldum.
- Zuhal hanım hukuka olan ilginizin başlaması nasıl oldu?
Ailemde üst düzey devlet görevlerinde bulunan mülkiyeli (SBF) ve hukukçu büyüklerim vardı. Onlardan etkilenmiş olabilirim. Ancak küçükken bir çok konuda mücadele eder, hakkımı sonuna kadar savunurdum. İyi bir muhakeme kabiliyetim ve adalet duygum vardı. Adana’da oturan annemin kuzeni Zübeyde teyzem ve beni tanıyan bazı büyüklerim iyi bir avukat olabileceğimi söylüyorlardı. Yine ilk okula küçük yaşta başladığım için mezuniyette sorun çıkmıştı. Yaşımı büyütmek için babamın açtığı davada; ben de ilk kez mahkeme ve hakim ile tanıştım. Hakim beyin cübbesi ve görkemli şekilde kürsüde oturuşu etkileyiciydi.
Lise son sınıftayken Niğde adliyesine zarif bir bayan hakim atanmıştı. Kuzenimizin arkadaşı olduğu için bize geldiğinde konuşması ve davranışlarına gıpta etmiştim. Anne ve babam benim tıp fakültesine girmemi istiyordu. Hayırlı bir olay sonucu tıbbiyeye gidemedim ve çok mutluyum. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine giderek buradan mezun oldum. Okurken de görevim sırasında da zevkle çalıştım.
- Okuduğunuz dönemdeki üniversite ortamından, fakülte hayatınızdan bahsedebilir misiniz?
Okuduğum yıllarda ailemin Ankara veya İstanbul'a gelmesi mümkün değildi. Bizim dönemde liseden mezun olan altı kız arkadaştan; üçümüz Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine kayıt olurken, diğer üç kız arkadaşım ise; aileleriyle birlikte gelip, İstanbul Üniversitesinde değişik fakültelere kayıt olmuşlardı.
Üniversite ve Fakülte ortamından bahsetmem gerekirse; üniversiteye girdiğim yıllarda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi sınav yapmaksızın öğrencileri kaydediyordu Birinci sınıfta yaklaşık 9.000 öğrenci kayıtlıydı. Derse devam eden öğrenci sayısı ise yaklaşık 900 - 1000 kişi kadardı. Ben liseyi 1955 yılında bitirdim. O yıl liselerde eğitim süresi 12 yıldan 11 yıla düşürüldüğü için liseler çift mezun verdi ve dolayısıyla hukuk fakültesine önceki yıllara oranla iki misli öğrenci kaydoldu. Ancak ilk sınıf barajı aşmak için konmuş bir bariyerdi. Temel hukuk derslerinin birçoğu örneğin; Anayasa Hukuku, Hukuk Başlangıcı, Roma Hukuku, Medeni Hukuk, Borçlar Hukuku olmak üzere ana dersler, Osmanlıca ağırlıklı yazılmış kitaplar liseyi yeni bitirmiş bir öğrenci için zordu. Osmanlıca’dan Türkçe’ye, lügattan (sözlükten) yararlanarak kitapları okuyup, anlatılan dersleri anlayabiliyorduk. Sınıflarda, özellikle birinci sınıfta 500 kişilik anfide yaklaşık 1000-1200 öğrenci; bir kısmımız merdivenlere oturarak, kalanımız ise ayakta ders dinliyorduk. İkinci sınıfta ise 350-400 öğrenci oluyordu. Bunun 300-350 kadarı birinci sınıftan üst sınıfa geçenler iken diğer 50 kişi ise ikinci sınıfta yıl kaybeden öğrencilerdi. Üçüncü ve dördüncü sınıflarda ise fire çok azalıyordu.
Sınavlara gelince, sınavlar sistem yönünden adil değildi. Her yıl nisan ayında kura ile belirlenen elemelerden çıkan iki ders için mayıs ayında yazılı sınava giriliyordu. Sınavda geçerli not alınırsa, ilan edilen günde de dört ayrı dersin sınavına -maalesef aynı gün- hocaların odalarında girilerek, diğer öğrenci arkadaşlarımızın da dinlediği bir ortamda sözlü sınav oluyorduk. Üç dersten 10 numara alsanız bile bir dersten 4 veya daha az not alırsanız dört dersten de kalıyordunuz veya eleme notları dahil sözlülerden de 5 notun altında not almadığınız halde, 6 dersin sınav notları toplamı 42 değilse (üssü mizan ) sınıfta kalınıyordu. Dört dersin sözlü sınavına gelecek yıl girmek hakkı vardı. Ancak bu hak üç defayla sınırlıydı. Aynı sınıfta üç kez yazılı veya sözlü sınavda başarısız olan öğrencinin kaydı silinirdi. Bu nedenle paso almak veya hukuk fakültesinde kayıtlı olmakta yarar görenler üçüncü haklarını genellikle kullanmazlardı.
Diğer zorluğumuz ise bazı hocalarımızın kitaplarının mevcudu çok azdı bazılarının ise; örneğin İdare Hukuku dersimize giren Doç.Dr. Mukbil Özyörük hocamızın dersinde olduğu gibi, kitabı olmadığı için not tutardık. Hatta teksir edilmiş olanları bile bulmak güçtü. Üst sınıfa geçenler de doküman olarak saklamak istedikleri için notları bizlere vermiyorlardı. Çünkü o dönemde fotokopi makinesi yoktu, teksir yaptırmak külfetliydi, kitap bastırmak da pahalıydı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku profesörü sayın Prof. Dr. Sıddık Sami Onar hocamızın kapsamlı ve örneklerle dolu çözüm yollarını anlatan “İdare Hukuku” başlıklı kitabını kütüphanelerden veya hukukçu büyüklerimizden emanet olarak alıp okuyorduk. Hatta Danıştay'da çalışmalarım sırasında sayın Onar’ın kitabından ve yine İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi idare hukuku hocası Prof. Dr. Ragıp Sarıca hocamızın İdare Hukuku kitabından da yararlanmıştım.
Fakültemizde bazı hafta sonları çeşitli hukuki konularda münazaralar yapılırdı. Bunları dikkatle izler, benimsediğimiz fikrin kazanması için çaba gösterirdik. Bazı aylarda ve yıl sonunda çaylı eğlenceler olurdu ama biz Anadolu'dan gelenlerden ziyade Ege'den gelen modern arkadaşlarımız katılırlardı bu toplantılara. Şimdi bu çaylı toplantılara katılmadığım için pişmanım.
Ceride-i Kantar adında yıllık mecmuamızda bazı sosyal konular hicvedilirdi. Özellikle hocalarımız ve çoğunlukla son sınıf olmak üzere öğrenci arkadaşlarımızın karikatürleri, fıkralar, hicivler, şiirler ve resimler yer alırdı burada. Ayrıca son sınıfta yıl sonu albümü çıkarılırdı. Albüm güzel bir hatıra oldu.
Yurt hayatımdan da biraz bahsetmem gerekirse, Ankara'ya gelen bizler Hukuk Fakültesinin arkasındaki, kız öğrenci yurduna yerleştik. Böylece Niğde'den gelip, öğrenci yurdunda ikamet eden ilk üniversiteli kızlar bizler olduk. Babamın öğretmen olması nedeniyle Niğde’li bazı veliler; Besim öğretmenimiz kızlarını üniversiteye, kız yurduna yolladığına göre biz de gönderelim, şeklinde düşündüler ve çığır açmış olduk.
Yurt arkadaşlarımız genelde, Anadolu'dan gelen öğretmen veya bürokrat ailelerin kızlarından oluşuyordu. Yurt hayatımız birçok imkansızlıklarla geçti . 180 kız arkadaşın iki ayrı katta yatakhanelerde, ranzalarda yattığı, gaz ocaklarında kendi yemeklerini yaptığı, bulaşıklarını yıkadığı küçük bir mutfağın olduğu bir ortam gibi. Ancak olumsuzluklar yanında olumlu etkenler ağır bastı. Şöyle ki; arkadaşlıklar dostluklara dönüştü. Paylaşmayı ve bütçe yönetimini, özveriyi, yemek yapmayı, bilmeyene öğretmeyi, hayattaki doğruları ve yanlışları yakınımızdaki arkadaşları gözlemleyerek öğrendik. Halen İstanbul'daki 12 arkadaş ayda bir kez öğlen yemeğinde birlikte olup, eski günleri yad ederiz.
- Eğitim sürecinin ardından çalışma hayatınız nasıl başladı ve nasıl gelişti?
1960 yılında Hukuk Fakültesinden mezun oldum. Danıştay'da açılan tetkik hakimliği (yardımcılık) sınavını kazanarak göreve başladım. Sonra sırasıyla; savcılık (kanun sözcülüğü), kıdemli tetkik hakimliği görevlerinde bulundum. 1982 yılında Bölge İdare Mahkemeleri’nin kurulması üzerine; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığına “İLK KADIN BAŞKAN” olarak atandım. Türkiye genelinde 22 Bölge kurulmuştu. İstanbul hariç diğer 21 Bölge İdare Mahkemesi Başkanları erkek hakimlerden seçilmişti. İleriki yıllarda İzmir, Adana gibi bazı illere de kadın başkanlar atanmaya başlandı. Adli yargıdan farklı olarak idari yargıda; Bölge İdare Mahkemesi Başkanlarının, aynı zamanda İdari Yargı Adalet Komisyonu Başkanı olduğunu da belirtmek isterim. 10 yıl sonra 1992 yılında Danıştay üyeliğine seçildim. 1993 yılında ise Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Asil Üyeliğine seçilen “İLK KADIN YÜKSEK YARGIÇ” oldum. 1998 yılında kendi isteğimle Danıştay Üyeliğinden emekli oldum. 1999 yılında; Yeditepe Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliğine seçildim. 15 yıl bu görevi yaptıktan sonra çalışma hayatımı noktaladım.
Çalışma hayatım nasıldı sorusunun cevabı ise; çok çalışırdım. Yorucu, üzücü, heyecanlı ve özveri isteyen bir çalışmaydı. Ancak severek çalıştığımız, huzurlu, karşılıklı sevgi ve saygı duyulan güzel bir ortamdı. Özellikle Danıştay bir okuldu, öğrenirdik, öğretirdik. Herhangi bir şekilde emir, etkileme, telkin ve tavsiye yoktu. Hukuk fakültesinde okurken ve çalışma hayatım sırasında; yeniden dünyaya gelsem yine hukuk tahsili yapardım ve yine idari yargıda yargıç olmak isterdim şeklinde düşünürdüm. Toplamda 53 yıl çalıştım. Güzel günlerimi zevkle hatırlıyorum. Mutluyum, umutluyum.
Türk Hukukçu Kadınlar Derneği ile yollarınız nasıl kesişti anlatabilir misiniz?
Yasa gereği hakimler derneklere üye olamadıkları için; İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Başkanı olduğum sürede derneğimizin bazı önemli etkinliklerine davet edildiğimde zevkle katılır ve onur duyardım. Nitekim, emekli olduktan kısa süre sonra; THKD Başkanı Sayın Prof. Dr. Aysel Çelikel hocamın zarif daveti üzerine, Türk Hukukçu Kadınlar Derneği Ailesine katıldım ve katılmış olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
- Hukukçu kadınlara neler tavsiye edersiniz?
Öncelikle şunu belirtmek isterim, ben Atatürk’ün kadınlara sağlamış olduğu haklar sayesinde bugünkü konumuma gelmiş bulunmaktayım. Bugün Türk Hukukçu Kadınlara düşen en önemli görev Atatürk ilkelerini savunmak, Atatürk’ün bize sağlamış olduğu hakların kıymetini bilmek, sahip olduğumuz hakları korumak ve geliştirmektir. Tabi ki bunun yanısıra kişisel olarak çok çalışmak, aile yaşamı ile meslek yaşamını birbirine karıştırmamak, gerçekçi olup güven telkin etmenin de son derece önem taşıdığı kanısındayım.
Son olarak; geçmiş yıllardaki güzel anılarımı hatırlama nedeni olan bu söyleşi dolayısıyla, sizlere teşekkür eder, Derneğimizin yönetim kurulu başkanı Av. Süreyya Turan, üyeleri Prof. Dr. Pelin Güven, Av. Oya Aktan ve tüm üye arkadaşlarıma yeni yılda sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.
- Bu güzel söyleşi ve muhteşem ağırlama için Zuhal hanım ve eşi İlhami beye çok teşekkür ediyoruz.
Prof. Dr. Pelin Güven – Av. Oya Aktan
Türk Hukukçu Kadınlar Derneği